Engin Önen, Ege’de SonSöz’deki yazısında, turizmin masum bir kalkınma modeli gibi sunulmasına karşın Çeşme’de kıyıların ve doğal alanların nasıl yağmalandığını gözler önüne seriyor.
Ege’de SonSöz yazarı Engin Önen’in “Çeşme yağması hız kesmiyor” başlıklı yazısı:
Özal’lı yıllarda turizmi teşvik anlayışı ile bir sürü yeni düzenleme yapıldı. Böylece turizm aracılığıyla, kıyı yağmasının da önü açıldı. Zaman zaman mafya gruplarının da devreye girmesi ile ciddi rant dağıtımı gündeme geldi.
Turizm, bacasız sanayi diye masum addedildi. Hiç de öyle değildi tabi ki. Neo liberal kalkınma anlayışı, doğal ve tarihsel alanların ticarileşmesine olanak veriyordu.
Kıyılarda yoğunlaşan nüfus ve turizm tesislerini karşılayacak bir kapasite söz konusu değildi. Ama bu kimin umurunda, yeter ki sermaye gelsin, yeter ki yatırım yapılsın.
İşte nitekim Çeşme’de su krizi göz göre göre geldi. Kimse bu sorun çözüldü diye kendini kandırmasın. Böylesi barbar bir kalkınma anlayışı ile ne su sorunu çözülür ne de temiz deniz kalır.
Yüzlerce orkinos balığı Çeşme’nin kuzey kıyılarına vurdu. Balık çiftlikleri uluslararası standartlara uygun yapılsın deyince, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, CED Gerekli değildir, izinlerini kolaylıkla veriyordu.
Çeşme’deki yüzlerce otel ve yazlık sitelerin fosseptikleri nereye boşaltılıyor, her geçem yıl artan tur teknelerinin sintinesini kim denetliyor? Kaç otel ve site arıtma tesisini çalıştırıyor? Maalesef hepsi Mevla’m kayıra misali gidiyor. Çeşme denizi her geçen yıl daha da kirleniyor.
Çeşme Projesi tehdidinden kurtulduk derken, Çeşme’nin başına yeni bir bela musallat oldu. Kıyı kenar çizgisi Port Alaçatı’da ihlal edileli çok oldu ama gerekli yasal işlemlere başvurulmadı ne yazık ki.
Bu yeni bela merkezi hükümet ve yerel yönetimlerin işbirliği ile yürürlükte ne yazık ki. Çeşme otel stoku zaten fazla. Bu alana yatırım yapmak isteyen de pek yok. Ama beton sermayesinin yeni ilgi alanı rezidans üretimi.
Çeşme’nin en çok korunması gereken koyları, son 8-10 yıldır, rezidans çöplüğüne dönmeye başladı maalesef. Bu iş de ne yazık ki, yasalara rağmen yapılıyor. Önce otel ruhsatı alınıyor, ardından bu inşaat rezidansa dönüşerek satılıyor. Üç, beş, on milyon Eurolara.
Bu hülle ile turizm alanında ve turizm ruhsatı ile başlayan inşaatlar, hem vergi muafiyeti, daha da önemlisi imar avantajları elde ediyorlar. Konut yapmaya kalksanız ruhsat alamayacağınız kıyıda, otel hilesi ile inşaata başlıyorsunuz. Hem kat hem de yoğunluk statüsü avantajından yararlanıp, turizm amaçlı başlayan inşaat, özel konut olarak tamamlanıyor.
Belediyenin sattığı bazı arsalar da buna dahil. Port sulak alanı ve Yıldız Burnu örneklerinde olduğu gibi.
Ayasaranda, Yıldız Burnu, Boyalık, Paşa Limanı ve de Ayayorgi gibi, çok titizlikle korunması gereken yerler, şimdilerde lüks konut alanlarına dönüşmüş durumda. Yani tam anlamıyla bir işgal hareketi yaşanıyor.
Geçenlerde, İzmir Büyükşehir Belediyesi İmar Komisyonunda alınan karar ile Boyalık ve Sakarya Mahallesinde, kullanım amacı turizm olan otel inşaatları, ticari alan olarak değiştirilmiştir. Böylece turizm amaçla kullanılması gereken binalar, birer birer, lüks konut/rezidans olarak satılmasının yolu açılmıştır.
Bundan öncekilere göz yuman Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü ve Belediyeler, bundan sonrakilerin de yolunu açmış oluyor.
Mahkemelerde, medyada ve miting alanlarında eleştirilen Saray iktidarı ile CHP’li belediyelerin kent yönetim anlayışı arasında pek de fark olmadığını bu örneklerden net olarak görebiliyoruz.
Kamucu ve koruyucu bir kent planlamasının uzağına düşen belediyeler, beton sermayesinin talepleri doğrultusunda, kolaylıkla plan tadilatı yapabilmektedir.
Çok yazık oluyor. Bunun önünde duracak güç olması gereken muhalefet de maalesef aynı oyunun bir parçası haline dönüşmüş bulunmaktadır.