Pazar, Aralık 22, 2024
Ana SayfaDestinasyonDoğal yer şekli oluşumlarıyla Türkiye, jeoturizmde önemli potansiyel taşıyor

Doğal yer şekli oluşumlarıyla Türkiye, jeoturizmde önemli potansiyel taşıyor

Yazar: Ecem Ercan Adanır

Tatili sadece deniz, kum ve güneş olarak görmeyenler için eşsiz bir deneyim sunan jeoturizme gösterilen ilgi son yıllarda artıyor. Ülkemiz de bulunduğu konumu, fiziki özellikleri ve yer şekilleri itibarıyla bu konuda pek çok ülkeye göre şanslı pozisyonda. UNESCO Küresel Jeopark Ağı’nda bulunan Manisa’daki Kula Salihli Jeopark’ı başta olmak üzere jeoparklarımız her yıl milyonlarca yerli ve yabancı turisti ağırlıyor. Öte yandan jeoturizm açısından gelecek vadeden bir potansiyele sahip ülkemizde 15 jeopark için de çeşitli çalışmalar sürdürülüyor.

Jeoturizm; dünyanın hikâyesine dair bilgi veren jeolojik oluşumlar arasında yer alan fosillere, mağaralara, yanardağlara, krater göllerine ilgi gösteren turistlerin bu tür oluşumları seyahat etmesiyle şekillendi ve dünya geneline yayıldı. Jeoturizm anlayışının temelinde, yaşadığımız dünyanın oluşumunu merak ederek yola çıkan turistlere dünyayı tanıtmak ve gelecek nesillere bu oluşumların korunarak aktarılmasını sağlamak yatıyor. Milyonlarca yıl önce oluşan jeolojik yapıların korunmasına kaynak yaratıp çevresel ve ekonomik anlamda sürdürülebilirliğin hayata geçmesini sağlayan jeoturizm; ülkelerin dünya çapında bilinirliğinin artmasına katkı sunuyor, yöre halkının sosyo-ekonomik kalkınmasına destek oluyor ve yöre haklının yaşadığı yerle ilgili daha derin bilgi sahibi olmasına olanak yaratıyor. Tarihi yerlerin restore edilmesine de katkıda bulunan jeoturizm, bölgeye daha çok ziyaretçi gelmesi için yerel otoritelerin bu bölgelerde kültürel festivaller düzenlemesi konusunda ilerletici güç konumunda. Jeoturizm, bu festivaller sayesinde de bölgenin etnik ve kültürel değerlerinin yaşamasına katkı sunuyor.

Yeryüzü şekilleri veya jeolojik özellikleri açısından uluslararası öneme sahip, manzara ve peyzaj açısından önemli, doğa koruma, eğitim, bilim, turizm ve sürdürülebilir kalkınma faaliyetlerinin gerçekleştirildiği, bütüncül bakış açısıyla yönetilen sınırları belli coğrafi alanlar olarak tanımlanan jeoparklar; İçerisinde bulunan  jeositlerin korunup gelecek kuşaklara aktarılmasını amaçlayan birer koruma alanıdır. Yerkabuğunun oluşumunu açıklayan unsurlar, bilinen bir olayın temsilcileri, ender görülen veya fazlaca büyük olan oluşumlar ise, jeolojik miras olarak tanımlanır.

Jeoparklar, eko-turistlerin kadrajında

Öğrenme amaçlı ve bilgi temelli bir ekoturizm türü olan jeoturizmi hareketlendiren önemli unsurlardan biri de ülkelerin bu alana yaptığı yatırımlarla kurulan jeoparklar. Keşif, öğrenme, eğitim ve deneyim hedefiyle seyahat eden turistlerin ilgi odağına yerleşen jeoparklar, bulundukları ülkelerde çok sayıda nitelikli turistin gezi rotasına dahil olmasını sağlıyor. Örneğin dünyada en fazla jeoparkı sınırları içerisinde barındıran Çin, bu özelliği ile jeoparklara ilgili turistlerin uğrak noktası konumunda. UNESCO ağında bulunan 169 jeoparkın 44’ü Çin’de, 80’i de Avrupa ülkelerinde bulunuyor. Komşu ülke Yunanistan’da 5 jeoparkın UNESCO ağında bulunduğu düşünüldüğünde Türkiye’nin potansiyelini de öngörmek mümkün. Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’nün bu alandaki çalışmaları sayesinde Türkiye’de de jeoturizme yönelik çalışmalar artıyor. Mevcut jeoparklar dışında 15 jeopark için çeşitli girişimlerin bulunması da jeoturizmin ülkemizdeki geleceği için umut verici.

UNESCO’nun Jeopark Ağı büyüyor

Jeoturizm kavramı Türkiye için henüz yeni sayılsa da bulunduğu coğrafi konum sayesinde ülkemiz, ekonomik ve kültürel alanda katma değer sağlayabilecek bir jeolojik mirasa sahip. 1970’li yıllarda başlayan jeolojik miras araştırmalarının sonucunda ülkemizin ilk jeoparkı olan Ankara Kızılcahamam-Çamlıdere Jeoparkı, 2010 yılında açıldı. Ancak Türkiye, jeoturizm açısından en köklü atılımı 2013 yılında Kula-Salihli Jeoparkı’nın 169 jeoparkın bulunduğu UNESCO Küresel Jeopark Ağı’na dahil edilmesiyle yapmış oldu. Öte yandan ülkemizin jeoturizmini dünya çapında daha da bilinir kılmak adına Bitlis’teki Nemrut Kalderası’nın UNESCO Küresel Jeopark Ağı’na dahil edilmesi için yapılan başvurunun önümüzdeki yıl sonuçlanması bekleniyor. UNESCO, bu jeopark ağıyla uluslararası jeolojik değerlere sahip alanları teşvik etmeyi ve yerel sürdürülebilir kalkınmanın temelini oluşturmayı amaçlıyor.

UNESCO Küresel Jeopark Ağı’na dahil olan tek jeoparkımız: Kula-Salihli Jeoparkı

Türkiye’nin UNESCO Küresel Jeopark Ağı’na dâhil olan tek jeoparkı olan Kula-Salihli Jeoparkı, yaklaşık 2 bin 300 kilometrekarelik bir alanı kaplıyor. Görenleri hayran bırakan coğrafi oluşumları içerisinde bulunduran Kula-Salihli Jeoparkı’na gidenler; Kula Divlit Volkanik Park’ı, Kula Peri Bacalarını, Çakırca Bazalt Sütunlarını, Beyler Evi’ni, Türk Evi’ni, Hoca Seyfeddin Köprüsü’nü, Emir Kaplıcalarını, Ofiyolotik Melanj’ı, Sandal Divlit’i, Tabduk Emre ve Yunus Emre Türbesi ile Carullah Bin Süleyman Camii’ni ve Evciler Şist’i görme fırsatı da buluyor. Kula-Salihli Jeoparkı’nı ziyaret edenler tarih kitaplarından parayı bulan uygarlık olarak tanıdığımız Lidya Krallığının izlerine tanıklık edecek. Ayrıca İncil’de adı geçen 7 kiliseden birine ev sahipliği yapan ve antik dönemin ünlü Kral Yolu’nun başlangıcı sayılan Sardes Antik Kenti de bu bölgedeki görülmeye değer yerler arasında yer alıyor.

Antik çağ coğrafyacısı Strabon’un ‘Yanık Ülke’ olarak tanımladığı Kula-Salihli Jeoparkı, bilimsel araştırma yürütenler için de önemli bir fırsat sunuyor. Jeopark, her yıl pek çok araştırmacının da içinde bulunduğu 200 bin kişiyi ağırlıyor. Turistik amaçla gelen ziyaretçilere doğa yürüyüşü fırsatı sunan jeopark, yer bilimcilere de bilimsel çalışma yapma olanağı sağlıyor. Volkanik tepeleri, kızgın lavların akarak oluşturduğu bazalt kaya denizleri ve Gediz Nehri ile birleştiği yerlerde oluşan su uçtu şelalesi, peri bacaları ve eşsiz Adala Kanyonu ile jeopark, yer bilimciler için adeta doğal ve üstü açık bir laboratuvar niteliğinde.

Jeolojik mirasın yanı sıra çok iyi korunmuş Osmanlı kent mimarisiyle dikkat çeken bölgede doğa sporlarına meraklı ziyaretçiler için bisiklet rotaları da mevcut. Bisiklet tutkunları Kemer-Gökeyüp rotasında 67,2 kilometre, Kula Merkez- Emre rotasında ise 27,6 kilometrelik parkurları turlayabiliyor.

Yerli ve yabancı turistler sayesinde konaklama ve yeme içme sektörünün de canlandığı bölgede konaklanabilecek pek çok alternatif de bulunuyor. Üstelik Kula ve Salihli, yöresel lezzetleriyle de Türkiye’nin önde gelen mutfaklarına sahip. Odun köfte, tahinli pide, ıspanaklı pide, kabaklı pide gibi sebze yemeklerinin yanı sıra ciğerli pilav ve güveç gibi otantik et yemeklerinin de yapıldığı bu bölgedeki yeme içme mekânlarında 60 adet yöresel lezzet ziyaretçilere sunuluyor.

İlk 100 jeolojik miras arasına girmişti: Pamukkale, traverten temalı jeopark olma yolunda

Türkiye’nin jeoturizmi açısından önemli bir durak da Pamukkale. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nden sonra “ilk 100 jeolojik miras” içerisine de dâhil edilen Pamukkale’nin uluslararası kriterlere uygun bir jeopark alanı olması bekleniyor. Zengin ılık termal suların meydana getirdiği göz alıcı beyaz traverten terasları ve beraberinde kültürel miras ile 1988 yılında UNESCO’ya dahil edilen Pamukkale, uzun yıllardır yerli ve yabancı turistlerin odağında. Travertenlerin 25-28 Ekim’de düzenlenen Uluslararası Jeoloji Bilimleri Birliği tarafından ilk 100 jeolojik miras alanı arasına dâhil edilmesi, Pamukkale’nin bir jeoturizm alanı olarak da öne çıkmasını sağladı. Valilik ve belediyeler gibi yerel otoriteler de bölgede “traverten temalı jeopark” kurma çalışmalarını hızlandırdı. Yılın ilk 10 ayında 2 milyona yakın turisti ağırlayan Pamukkale; en çok Endonezya, Meksika, Brezilya ve Malezya’dan turistlerin ilgisini çekiyor.

Pamukkale’de görülecek yerlere değinmemiz gerekirse; Pamukkale’ye gelenler travertenler dışında Yeşildere Şelalesi’ni, Hierapolis Arkeoloji Müzesi’ni, Karahayıt Kaplıcalarını, Laodikeia Antik Kenti’ni, Pamukkale Natural Park’ı, Kaklık Mağarası’nı, Pamukkale Antik Havuz’u, Hierapolis Antik Kenti’ni ve Hierapolis Anfi Tiyatro’yu görme fırsatını yakalayacak. Ziyaretçiler; antik dönemde traverten yapıtaşı üretimi yapılan taş ocaklarından birini, 34°C’lik termal suların aktığı termal havuzu, traverten terasları, kanal tipi travertenleri, Çukurbağ traverten sırtını görebilecek. Bölgede bulunan Buldan Evleri, Akhan Kervansarayı ve Antik Traverten Mermer Ocakları da kültürel jeositler arasında yer alıyor.

Öte yandan mitolojide “ölüler ülkesine geçiş kapısı” olarak tanımlanan Cehennem Kapısı da bu yıl ziyarete açıldı. Hierapolis Antik Kenti’nde bulunan Cehennem Kapısı, fay hattında kaynayan sıcak suyla birlikte salınan ve mağara tabanında biriken karbondioksit nedeniyle yanına yaklaşan küçük hayvanları öldürdüğü için mitolojide “ölüler ülkesine geçiş kapısı” olarak tanımlanıyor. Cehennem Kapısı açıldığı ilk günden itibaren yerli ve yabancı turistlerden yoğun ilgi görüyor.

Çeşitli konaklama olanaklarına sahip Pamukkale’nin mutfağı da yöresel tatlarıyla öne çıkıyor. Bu bölgeyi ziyaret edeceklere tavsiye edilen yiyecek ve içecekler arasında zafer gazozu, çiğ dolma, kuyu kebabı, Denizli usulü yaprak sarma ve katmer, börülce böreği, yen böreği, keşkek ve Denizli usulü tarhana çorbası yer alıyor.

Kapadokya için UNESCO’ya başvuruldu: Geçmişin izlerini taşıyan 118 nokta tespit edildi

Jeomiras denildiğinde akla gelen belki de en önemli yerler arasında elbette Kapadokya da yer alıyor. İç Anadolu Bölgesi’nde yer alan Kapadokya Jeoparkı, 5 bin 485 kilometrekarelik alanı kaplıyor. Bölgedeki tek uluslararası tescilli alan 1985’te UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan Göreme Milli Parkı olsa da jeoparkla bölgenin büyük kısmının uluslararası tescilinin sağlanması hedefleniyor. Kapadokya Jeoparkı, UNESCO ağına dahil edilirse Nevşehir’in tamamı UNESCO etiketi alacak. Bu etiketin alınmasıyla bölgenin eğitim ve kültür seviyesi yüksek jeopark turistlerinin odağı haline gelmesi bekleniyor. Üstelik Nevşehir’in jeopark müzesiyle taçlandırılması yönünde bir proje de var.  

Kurulma çalışmalarına 2020’de başlanan ve geçmişin izlerini taşıyan 118 noktanın tespit edildiği Kapadokya Jeoparkı’nı gezmek isteyen ziyaretçiler; dünyanın en önemli 100 jeositinden biri seçilen Kapadokya İgnimbritlerini, Göreme Açık Hava Müzesi’ni, Hacıbektaş Müzesi’ni, Paşabağları ve Zelve Ören Yerlerini, Balkayaları, Çataltepe Konisi ve Lav Akıntısını, Acıgöl ve Kaleci Maarlarını, Kozaklı Çökme Dolini’ni, Hitit Yazıtı’nı, Evren Sekisi’ni, Gökkuşağı Kayalarını, Fosil Peribacalarını, Oyludağ Bazaltı ve Kayaşehir’i, Tobada Yazıtı’nı ve Beştaşları görebilecek.

Pandemi nedeniyle ziyaretçilerinden bir süre ayrı kalan Kapadokya, bu yılın ilk 8 ayında adeta ziyaretçi rekoru kırdı. Geçtiğimiz yılın ilk 8 ayına kıyasla turist sayısında yüzde 98’lik artış kaydedilen bölgeyi bu yılın ilk 8 aylık döneminde 2 buçuk milyonu aşkın turist ziyaret etti. Jeopark ile bölgede Ürgüp, Göreme, Avanos üçgeninde yoğunlaşan turizm faaliyeti bu üçgenin dışına çıkarak Nevşehir’in tamamına yayıldı, ziyaretçilerin bölgede kalma süresi de uzadı.

Bölgeyi görmek isteyen turistler için mağara odalar başta olmak üzere çeşitli konaklama imkânları mevcut. Bölgenin yöresel lezzetleri arasında da testi kebabı, kabak çekirdekli erişte, yaprak sarma, Ürgüp köfte, mantı, düğü çorbası, kuru kaymak, dolaz, köftür, nohutlu yahni, ayva dolması, zerdeli pilav, zerde, aside, kayısı yahnisi ve gendirme yer alıyor.

Ankara fosil ağaçlarıyla, Zonguldak mağaralarıyla dikkat çekiyor

Türkiye’nin jeolojik mirası bu 3 jeoparkla sınırlı değil. Ankara’da Kızılcahamam-Çamlıdere Jeoparkı, Zonguldak Jeoparkı, Bitlis’te Nemrut-Süphan Jeoparkı ve Sivas’ta Yukarı Kızılırmak Jeoparkı ülkemizin önemli jeoturizm merkezleri arasında yer alıyor. Türkiye’nin ilk jeoparkı olma özelliği taşıyan Kızılcahamam-Çamlıdere Jeoparkı, 2 bin kilometrekarelik bir alanı kapsıyor. 2010 yılından açılan jeoparkta 250 jeosit yer alsa da bunlardan sadece 23’ü turistik amaçlı gezilere açık. 23 milyon ila 20 bin yıl arasında değişiklik gösteren zamanlarda meydana gelen jeolojik oluşumlar, rehber eşliğinde gezilebiliyor. Jeoparkta taşlaşmış ağaç fosilleri, termal sular, Acı Deresi, Gelin Kayası, Apacı Peribacaları, Alicin Manastırı, Çamkoru Tabiat Parkı ve Karagöl ziyaretçilere eşsiz bir deneyim alanı yaratıyor.

Zonguldak Jeoparkı da mağaralarıyla dikkat çekiyor. Burada volkanik patlamalarla ortaya çıkan Cehennemağzı Mağaraları dahil olmak üzere 50’den fazla mağara; yeraltı suları, dikitler, sarkıtlar ve traverten oluşumlarıyla ziyaretçilere adeta görsel bir şölen sunuyor. 13 kilometrekarelik alana kurulu olan Nemrut-Süphan Jeoparkı’nda ise 2013’te başlayan çalışmalarda 40 jeosit alanı tespit edildi. Üstelik burada dünyanın ikinci, Türkiye’nin de en büyük krater gölü olma özelliğine sahip Nemrut Krater Gölü de bulunuyor. Nemrut-Süphan Jeopark’ını gezmek isteyenler bu krater gölünün yanı sıra sıcak ve soğuk göller, buz mağarası, buhar bacaları gibi büyüleyici güzellikleri seyredebiliyor. Son olarak 70 milyon yıllık tarihin izlerini taşıyan Yukarı Kızılırmak Jeoparkı, 5 bin 600 kilometrekarelik bir alana kurulu ve bu jeoparkın dünya turizmine kazandırılması yönünde de çalışmalar mevcut.

BENZER HABERLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Güncel Haberler